Ekonomik Kurtuluş Ya Tarımda Ya Yatırımda

Yaratan’ın her millete adil davrandığını düşünenlerdenim.

Bazısına petrol, doğalgaz, bazısına baz ya da değerli maden, bazısına ise olumlu doğa koşulları ile imkanlar sağlar.

MEHMET FATİH KERESTECİ-HSBC Türkiye Hazine ve Sermaye Piyasaları Grup Başkanı

 

Dostum , Mehmet Fatih Keresteci’nin Bloomberg Businessweek dergisinde hemen hemen yok olmaya yüz tutmuş tarım sektörünün Türkiye ekonomisine ne gibi etkileri olduğunu  açıklamış ,sürükleyici çok güzel bir yazısını sizlerle paylaşmak istedim. Makale , tabi web sayfasına göre uzun fakat ben aynen orijinal haliyle yayınlamak arzusundayım. Biliyorum ki tarıma yatırım yapan bir çok işadamlarının hatta hatta hem tarım hem de enerji sektörüne ayrı ayrı yada ikisine birlikte yatırım yapanların  feryatlarını Sn. Keresteci rakamlarla açıklamış. Aslında Türkiye’nin yapısını çok iyi çözümlemiş ve yatırımlarını bu gerçekler üzerine yapan tüm işadamlarımızın yanındayız.  Vazgeçmeyin ! Zaten dönüp dolaşıp toprağa geri döneceğiz mantığı ile, keyif almanız dileklerimle,

MİNE ŞEN

‘’-Türkiye ekonomisi tarımda dış ticaret açığı veren bir ülke konumuna geldi.

-Tarım alanında geçen 15 yılda yaklaşık yüzde 7 daralma yaşandı.

İlkokulda sosyal bilgiler, ortaokulda ise coğrafya ders kitaplarımdan aklımda kalan en belirgin ibare Türkiye’nin tarım alanında dünyanın kendine yetebilen yedi ülkesinden biri olduğuydu. Bu ibare , o yıllarda , sadece ders kitaplarında yer almıyor, siyasetten diplomasiye , güncel hayattan ‘’ İcraatın İçinden’’ programlarına kadar birçok platformun vazgeçilmez bir sloganı formatında kullanılıyordu. Hiç şüphesiz ,övünülecek , gurur duyulacak bir özellikti.

Ancak, sanayileşmeyi yanlış okuyan her toplum gibi Türkiye’de 90’ları yaşarken bu değerine yeterli önemi veremedi. Tıpkı birçok avantajını heba ettiği  gibi …Turgut Özal’ın ‘’Bir konteyner buğday satıp sadece bir adet F16 uçak vidası alabiliyoruz.!’’ Serzenişini yanlış okuyup , katma değer yaratmak yerine buğday satmamaya yönelik bir model oluşturmayı yeğledi. Sonuç itibariyle , tarımda kendi kendine yetebilen ülke özelliğini tarihin tozlu sayfalarına terk etti.

Bir miktar durum tespiti yapmak gerekirse … Resmi verilere göre Türkiye ekonomisi 90’ların ilk yarısında tarım ürünlerinde net ihracatçı konumundaydı. Mesela , 1991 yılında 2,4 milyar dolar ihracat , 0,7 milyar dolar ithalat yapmak suretiyle tarımda 1,7 milyar dolar dış ticaret fazlası veriyordu. O günün şartları ile bu rakam GSYH’nin yüzde 1,1’ine denk geliyordu. Ya da başka bir karşılaştırma ile toplam dış ticaret açığının yaklaşık beşte birini karşılayabiliyordu. 90’ların ikinci yarısında tarımsal ürün ithalatı artış kaydetmeye , dış ticaret dengesi de başabaş bir hale gelmeye başladı. Bu tablo 2006 yılına kadar dengeli bir şekilde sürdü. Sonrasında ise tarımsal ürün ithalatı roket tarzı bir yükselişe geçti ve Türkiye tarımı yıllık bazda 4 milyar dolara varan ticaret açığı vermeye başladı.

Tarımsal ürün ticaret dengesindeki bu dramatik değişimin ardındaki nedenleri bulabilmek adına basit bir arz/talep analizi yapmak yeterli olacak. Talep tarafına baktığımızda nüfusun artıyor olması tarımsal ürünlere yönelik talebi de doğal olarak artırıyor. Ancak, öte yandan , Türk toplumunun temel tüketim alışkanlıklarında aksi yönde bir değişim gözlemliyoruz. Yani, gıda tüketiminin payı her yıl istikrarlı bir şekilde gerilemiş. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bu yöndeki derlemeleri çok eskilere dayanmasa da hanehalkı tüketim harcamaları araştırmasına göre toplam tüketimde gıdanın payı 2002’de % 27 seviyesinden 2013’te % 19’lu rakamlara gerilemiş. Demek ki talep yönlü faktörler , tek başına , tarımsal ürün ticaret açığını açıklamakta yetersiz kalıyor. Arz yönünde nasıl bir değişim var diye baktığımızda ise oldukça çarpıcı bir tablo ile karşılaşıyoruz. Öncelikle , toplam tarım alanında geçen 15 yıl içerisinde yaklaşık yüzde 7 oranında daralma yaşanmış. TÜİK’in verilerine göre aynı dönemde , etkili alan genişliği daha dramatik bir şekilde % 12 daralmış.

Bir zamanlar tahıl ambarı olarak nitelendirilen Türkiye ‘de toplam tahıl ekim alanı 1988’de 138 bin hektarken bu rakam 2014’te 117 bin hektara gerilemiş. Tarımda teknoloji kullanımı sonucu verimlilik artışı sağlanmış olsa da toplam tahıl üretimi , bahsedilen dönemde, sadece ve sadece 30,9’dan 32,7 milyon tona çıkabilmiş. Bu dönemde Türkiye nüfusunun kümülatif olarak % 45 arttığı düşünülürse , tarımda neden dış ticaret açığı verildiğini ıspatlamak adına başka bir istatistiğe gerek kalmayacaktır. Ancak, bu alandaki çarpıcı gelişmelere merak duyacaklara  TÜİK’in ayrıntılı verilerine bakmalarını önerebiliriz.

Mesela, aradan 25 yıl geçmesine rağmen Türkiye’nin  yıllık buğday üretimi 20 milyon ton civarında kalmış….

Türkiye’nin tarımdaki , en naif ifadeyle , başarısızlığını irdelemek başlı başına bir analiz konusu olabilir. Kontrolsüz kentleşme olgusu bu alanda ön plana çıkıyor. 1980’de toplam nüfusun sadece %44 ü şehirlerde yaşarken 2015’te bu oranın %79 olacak olması , hayli dikkat çekici bir durum. Biz bu olgunun şu an itibariyle sadece tarımsal üretim üzerindeki etkilerini inceliyoruz. Halbuki, değişimin sosyal ve siyasal yansımaları da bir o kadar çarpıcı. İkinci olarak , dünyadaki hızlı teknolojik gelişime rağmen Türkiye’de tarımsal verimlilik artışı oldukça sınırlı kalmış. Örneğin buğdayda dekar başı hasıla 90’lı yıllarda ortalama 203 ton iken bu rakam 2010’lu yıllarda 263 tona yükselmiş. Batı ülkelerinde aynı dönemde en azından birkaç kat artış olduğunu görüyoruz. Verimlilikteki bu göreli kötü performansı küçük bir örnek ile bu paragrafı sonlandırmak istiyorum. Televizyon reklam kuşağında dönen, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından hazırlanmış olan bir reklamda atalarımızın düz alanları tarım arazisi olarak kullanmak adına dağlık bölgelere yerleştikleri vurgulanarak tarımsal sahaların  korunması gerektiğinin altı çiziliyor…

Yılların birikimli hataları sonucunda Türkiye ekonomisi tarımda dış ticaret açığı veren bir ülke konumuna geldi. Üstelik, yeraltı kaynakları açısından fakir sayılabilecek bir özelliğe sahip olması nedeniyle de kronik bir şekilde dış ticaret açığı veren bir ekonomi haline geldi. Son üç yıla ilişkin Orta Vadeli Program’ın ikisinde doğrudan cari işlemler açığı sorunu hedefleniyor ve bunu çözmek adına öneriler geliştiriliyor. Ama nedense , bu önerilerin hiçbiri tarım sektörü üzerinde yoğunlaşmıyor. Bazıları tasarrufları arttırmayı hedeflerken bazıları ise babayiğit yaratma uhdesinin peşinden gidiyor. Yaratan’ın her millete adil davrandığını düşünenlerdenim. Bazısına petrol, doğalgaz, bazısına baz ya da değerli maden ,  bazısına ise olumlu doğa koşulları ile imkanlar sağlar . Bunu anlayanlar fayda sağlayıp avantajlı konuma gelirken anlamayanlar yanlış hedefler peşinde koşup maceralara atılır.

Türkiye’nin net bir şekilde tarım, hayvancılık, su, yenilebilir enerji gibi alanlarda göreceli rekabet üstünlüğüne sahip olduğunu düşünüyoruz. Ama ne yazık ki bundan faydalanamıyor ve bu avantajlar her geçen yıl biraz daha yitip gidiyor. Ancak, hiçbir şey için geç değil ve Türkiye’nin de bu alanda atması gereken adımlar var.

Enerji fiyatlarında son dönemde yaşanan keskin düşüş Türkiye’nin enerji ithalat faturasını azaltsa da hala yıllık 35 milyar dolarlık bir tutardan bahsediyoruz. Bu rakam Türkiye ekonomisinin bir yıl içerisinde üretebildiği toplam değerin %5’ine denk geliyor. Türkiye bu açığı kapatabilmek adına çok çabalıyor olsa da çözüm, her ne kadar fark edemese de , yanı başında duruyor. Daha geçen yılın ortasına kadar petrol fiyatlarının yükselişinden bahsediyorduk. Doğru, petrol fiyatları son 20 yılda 3,6 kat artış kaydetti. Peki tarımsal ürün fiyatları? Sıkı durun! Aynı dönemde tarımsal ürün fiyat endeksleri yaklaşık altı kat artış kaydetti.(Thomson Reuters CRB endeksi) Demek ki , Türkiye tarımdaki rekabet üstünlüğünü doğru kullanabilse , petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olan ekonomilere oranla daha avantajlı bir durumda olabilir , cari işlemler fazlası verebilirdi.

Bu konu şuan çok sıcak. Geçen hafta açıklanan 2014 yılı büyüme verilerine baktığımızda tarımsal üretimde küçülme olduğunu gördük. Enflasyon verilerine baktığımızda uzun süredir beklentilerin üzerinde seyreden eğilimin ardında yatan en önemli unsur gıda fiyatları olarak duruyor; üstelik tüm dünyada tarımsal fiyatlar düşüş kaydederken.

Yüksek cari işlemler açığı sorununun hafifletilmesinde tarımın rolünü anlatmaya çalıştık. Analizimizi detaylandırıp konsantrasyonumuzu sosyal ya da  siyasal alana genişlettiğimizde tarım sektöründe elde edilecek kazanımlar sonucunda birçok sorunu çözmemiz oldukça kolay olacak…Lafın özü; çözümü uzaklarda aramaya gerek yok. Türkiye’nin ekonomik anlamda kurtuluşu tarım sektöründe yatıyor. Öncelikli olarak gündeme alınması zaruri olan yapısal reform paketinin tarım ve hayvancılık ile ilgili paragrafları itinayla gözden geçirilip, ivedilikle hayata aktarılmalıdır.

Fatih Keresteci , HSBC Türkiye Hazine ve Sermaye Piyasaları Grup Başkanı ‘’